Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Halil FERAH
Halil FERAH

Cumhuriyet’in 100 yılında ilerledik mi, geriledik mi?

Türkiye Cumhuriyeti 100 yaşında. Bir asırlık yürüyüşün sonunda artık “nereden nereye geldik?” sorusunu yanıtlamanın zamanıdır. Yüz yıllık bir tarihin muhasebesini yapmak kolay değildir ama zor olandan kaçmak da bu ülkenin temel problemlerinden biri olmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk ve kurucu kadro, enkaz halindeki bir imparatorluktan modern bir ulus-devlet inşa etti. Eğitimden hukuka, alfabe devriminden laikliğe kadar atılan her adım, bataklıktan çıkmak için atılmış gerçekçi devrimlerdi.

1946’da çok partili hayata geçtik ama demokrasiyi öğrenemedik. 1950’de halk ilk kez kendi tercihini yaptı ama muhalefete tahammülsüzlük, basın baskısı, kutuplaşma o gün de vardı. Sonuç: 1960’ta ordu devreye girdi.

Ardından 1971 ve 1980 müdahaleleri geldi. Her biri, toplumu biraz daha kutuplaştırdı, hukuku biraz daha zayıflattı. Demokrasi, bu süreçte bir ileri iki geri yürüdü.

1983 sonrası Özal dönemi ekonomik anlamda bir açılım sağladı. Ama “benim memurum işini bilir” anlayışıyla sistemin çürümeye başladığını o günlerde gördük. Yolsuzluk, kayırmacılık, ahbap-çavuş düzeni o yıllarda kök saldı.

2002 sonrası ise ilk yıllarda reformcu bir hava esti. AB müzakereleri başladı, sağlık sisteminde dönüşüm yaşandı, altyapı yatırımlarıyla ülke fiziki olarak büyüdü. Ne var ki, bu sürecin sonu farklı oldu.

Son yıllarda iktidarın diline pelesenk olan bir söylem var:
“Biz geldiğimizde bu ülkede yol yoktu, hastane yoktu, üniversite yoktu, ambulans yoktu…”

Evet, Türkiye 2002 yılında Norveç değildi. Ama 1923’ten beri yapılanları yok saymak da en hafif tabirle haksızlıktır. O yollar, hastaneler, okullar kimin vergisiyle, hangi neslin emeğiyle yapıldı? Cumhuriyet’in ilk 80 yılında bu ülke sadece dua mı etti?

İktidar, her başarıyı sıfırdan başlatma illüzyonuyla anlatıyor. Oysa 2002’de Türkiye, kendi uydusunu üreten, üniversiteleri dünyada tanınan, Avrupa ile gümrük birliği içinde olan bir ülkeydi. Sosyal Güvenlik Kurumu, sağlık ocakları, karayolları, tren ağları zaten vardı. Eksikti, yetersizdi belki. Ama hiç yok değildi.

Bu “yoktu” söylemi, hem Cumhuriyet’in birikimini küçümsemek hem de bugünkü başarısızlıkları perdelemek için bir kalkan işlevi görüyor. Zira esas sorun, yapılanla övünmek değil; neden sürdürülemediği, neden geliştirilemediği.

Bugün geldiğimiz noktada:

  • Ekonomik göstergeler zayıf. Enflasyon çift haneli.
  • Gençlerin hayali Türkiye dışı bir hayat.
  • Üniversiteler bilgi üretmek yerine yönetim krizleriyle gündemde.
  • Demokrasi, sandıktan ibaret görülüyor.
  • KHK mağdurları, kayyum atamaları, medyada tek seslilik, iktidarın “devletin sahibi” gibi davranması sıradan hale geldi.

Yani soralım:

Varsayalım ki siz geldiğinizde hiçbir şey yoktu.
Peki bugün niye hâlâ adaletsizlik var?
Neden hâlâ eğitim sistemi çağın gerisinde?
Neden hâlâ basın özgürlüğü yerlerde?

Cumhuriyet; sadece bina dikmek değildir. Cumhuriyet; özgür birey, hesap verebilir yönetim, tarafsız yargı ve bağımsız medya ile mümkündür.

Bugün hâlâ bu temel değerleri tartışıyorsak, demek ki yüz yılın sonunda geldiğimiz yer düşündüğümüz kadar “ileri” değil.

Ve unutmayalım:
Beton büyümesi, toplumun büyüdüğü anlamına gelmez.
Eğer adalet zayıfsa, özgürlük sınırlıysa, ülkenin altyapısı kadar yapısı da sorunludur.


YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER






Verified by MonsterInsights