Psikolojik Danışman Ekrem Çağrı Öztürk, genellikle fiziksel bir sorun olarak görülen iştahsızlığın, aslında ruhsal ve duygusal bir boşluğun göstergesi olabileceğini vurguluyor. Yemek yeme eyleminin sadece bedensel bir ihtiyaçtan öte, hayatla kurulan bağın, alınan zevkin ve tatminin bir simgesi olduğunu belirtiyor.
İştahsızlık: Ruhsal Bir Boşluğun Aynası
Öztürk’e göre, iştah sadece karnı doyurma isteği değil; hayattan alınan hazzı, tatmini ve anlamı da yansıtıyor. Bedenimiz açlık sinyalleri verse de, modern yaşamın koşuşturmacası içinde bu uyarıları sıkça göz ardı ediyoruz. Ancak iştahsızlık, fiziksel bir yoksunluktan çok, duygusal bir eksikliğin veya ruhsal bir boşluğun göstergesi olabiliyor. Ruhsal olarak doyuma ulaşamayan bir kişi için yemek yemek de anlamsız bir eyleme dönüşebiliyor.
Hayattan Tat Almak İstememek
İştahsızlık, bazen sadece yemek yemekle değil, hayattan keyif almak istememekle de ilişkilidir. Yaşamdan tat alma duyusunu kaybeden bireyler için yemek yemek de zevksiz bir zorunluluk haline gelebiliyor. Bu durumda yemek, sadece bedeni doyurmak için tüketiliyor; hiçbir tatmin veya anlam sağlamıyor.
Bastırılmış Duygular ve Yarım Kalmış Meselelerin Etkisi
Birçok kişi iştahsızlığın biyolojik bir sorun olduğunu düşünse de, Öztürk bunun genellikle daha derin duygusal veya psikolojik sorunların bir belirtisi olduğunu belirtiyor. Özellikle zorlu dönemlerden geçen, kayıplar, hüsranlar veya hayal kırıklıkları yaşayan kişilerde iştah kaybı görülebiliyor. İç dünyadaki bu huzursuzluk, mideye de yansıyor.
Bastırılmış duygular, acılar, kayıplar ve korkular zamanla bedende kendini gösterebiliyor. Bu durumda yemek yemek, içsel boşluk veya acıdan kaçmak için geçici bir “kaçış” yolu haline gelebiliyor. Ancak bu rahatlama kalıcı olmuyor, çünkü asıl huzursuzluk devam ediyor. Gerçek tatmin, duygularla yüzleşmek ve acıyı kabul etmekle mümkün oluyor.
Kendinize Sorun: “Ne Hissediyorum?”
Öztürk, iştahsızlığın sadece yemekle değil, hayatın kendisiyle ilgili bir eksiklik hissi olabileceğini vurguluyor. Bu durumu fark etmek için yavaşlamak ve içsel dünyamızla temas kurmak büyük önem taşıyor. “Gerçekten aç mıyım?” sorusunu sormak, açlığın fizikselden çok duygusal bir kökeni olabileceğini anlamamıza yardımcı olabilir.
Duygusal açlıkla fiziksel açlığı karıştırmamak gerektiğini belirten Öztürk, duygusal bir boşluk hissedildiğinde yemek yemenin bu boşluğu doldurmayacağını, aksine daha da boş hissettirebileceğini ifade ediyor. “Ne hissediyorum?” sorusu, iştahsızlığın ruhsal kökenini anlamak için anahtar niteliğinde. Zira ruhsal açlık, fiziksel açlıktan çok daha büyük olabiliyor ve bunu fark etmek, kaybolan iştahı geri getirebiliyor. İştahsızlık, aslında yavaşlamaya, durmaya ve hissetmeye yapılan bir çağrı olarak görülmeli.
Yavaşlamak ve Kendinize Zaman Ayırmak
Hayatın hızına kapılıp bedenimizi ve ruhumuzu unutabildiğimize dikkat çeken Psikolojik Danışman Ekrem Çağrı Öztürk, yavaşlamanın ve kendimize zaman ayırmanın bu durumu değiştirebileceğini belirtiyor. Yemek yeme eyleminin ruhsal bir tatmin sağlaması gerektiğini, iştahsızlığın bu tatminin kaybolduğunun bir göstergesi olabileceğini dile getiriyor.
Öztürk, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Hayat bazen bizi o kadar hızlı sürükler ki, ruhumuzu kaybederiz. O yüzden iştahsızlıkla karşılaştığımızda, bir adım geri çekilmek, duygularımıza yönelmek, o eksik olan şeyin ne olduğunu anlamaya çalışmak, kaybolan iştahı geri getirebilir. Bedenin açlık sinyallerini duymak için önce ruhumuzu dinlemeliyiz.”