Ana Sayfa Arama Video Yazarlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Pınar Ersoy KORKMAZ

Kayıp ruhların fısıltısı

21 Mayıs 1864 – Kafkas Sürgünü… Elbruz Dağı’nın eteklerinde, karların henüz çözülmediği bir bahar sabahı… Çerkes köyleri sessiz, ama yürekler fırtınalıydı. Topraklarından sökülüp alınan bir halk, yüzyıllardır yaşadığı dağların, ormanların, nehirlerin vedasına hazırlanıyordu. Gözlerde korku, kalplerde ise onurla karışık bir hüzün vardı.

O gün, her bir kadın bir anne, bir kardeş, bir savaşçı olmuştu. Setenay gibi binlercesi, sadece bir milletin değil; insanlığın onurunu sırtladı sürgün yollarında.

Sürgünün Sessiz Yası Elbruz’un eteklerinden süzülen sabah sisine, o gün bir halkın yitimi karıştı. Kafkas dağları, yüzyıllardır bağrında sakladığı çocuklarını, son bir kez göğe uzanarak uğurladı. Toprak, ana kucağı gibi sıcak değildi artık; veda, dudaklarda yarım, gözlerde sonsuzdu.

Kadınlar, çocuklarını bağırlarına bastı; erkekler, gözlerini ufka dikti. Ve Karadeniz’in serin sularına binen onlarca gemi, binlerce insanın acısını, mezarını ve hikâyesini taşıdı bilinmez kıyılara…

Kadınlar, sırtlarına yalnızca bohçalarını değil, kaybettikleri toprakların ağırlığını da yükledi. Erkekler, savaşın son kırıntılarını yüreklerine gömüp sustular. Çocuklar, anlamını bilmedikleri bu yolculuğun soğuk rüzgarında annelerinin ellerine daha sıkı sarıldılar.

Fırtınalarla savrulan teknelerden kıyıya kimisi hiç ulaşamadı. Ölülerin mezarı deniz oldu, bir annenin gözyaşıyla yıkandı Karadeniz’in karanlık derinlikleri.

Ve Karadeniz…

O gün ne maviydi ne serin. O gün, ölüleri bağrına bastı.

Gemilere doluşturulan binlerce can, açlıkla, susuzlukla, hastalıkla sınandı.

Karadeniz, bir halkın mezar taşı oldu.

Bu yüzden hâlâ, Çerkesler o denizin balığını yemez.

Çünkü bilirler: O suda bir annenin feryadı, bir çocuğun sessiz vedası, bir halkın boğulan hatırası vardır.

Osmanlı topraklarına varıldığında ise hayat daha da sertleşti. Sürgün edilen aileler yollarda birbirini yitirdi. Bir baba oğlunu bir daha hiç göremedi, bir genç kız kaşeninin sesini bir ömür aradı, bir çocuk annesinin ninnilerini Karadeniz’in uğultusunda duymaya çalıştı. Sürgün sadece bedenleri değil, ruhları da ayırdı.

Ve o gün…

Savaş meydanlarında değil, suskun yürüyüşlerde kahramanlık yazıldı.

Çığlık atamayanlar ağıt oldu.

Gözyaşı dökemeyenler, acıyı yüreğinde bir ömür taşıdı.

Kayıp köylerin adını hâlâ fısıldar rüzgâr,

Gidenlerin ayak izlerini hâlâ saklar Elbruz’un taşları.

Setenay Guaşe’nin adı, o gün yalnızca uzak bir efsanede değil, kadınların kararlı bakışında, çocukların titreyen nefesindeydi. Çünkü o, direnenin değil ama unutmayanın sesi olmuştu.

Bugün hâlâ, 21 Mayıs geldiğinde, dağlar sessizleşir, kalpler sızlar.

Çünkü bu yalnızca bir tarih değil; sürgünle bölünmüş bir halkın, zamana karşı direnen hafızasıdır. “Sürgünle koparılan kökler yeniden filiz vermez belki, ama toprağın altındaki acı, bir halkın kimliğine dönüşür.”

Ve bu acının üzerine yıl değil, asırlar geçti. Ama o günün sızısı hâlâ Elbruz’un yamaçlarında yankılanır; Karadeniz’in dalgalarında bir bebek ağlaması gibi duyulur. Ve bir millet yok oluşun girdabında yitip gitmek yerine, kültürünü ve dilini korumak için hâlâ, Setenay Guaşe misali, ulu bir çınar gibi dimdik ayaktadır.


YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER






Verified by MonsterInsights