Bir hikaye vardır, yıllardır arada karşıma çıkar. Birazdan anlatacağım ancak ben bu hikayeyi SSCB Komünist Parti Genel Sekreteri Josef Stalin tarafından gerçekleştiğini zannederken, bir iddia da aslında hikayenin Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’a ait olduğu yönünde karşıma çıktı. Aslında kimin hikayesi benim için pek önemli değil hikaye der geçerim. Gelelim o hikayeye…
“Stalin, takipçilerini bir araya toplayarak onlara şunları söyler: ‘Halkı, yaşayan bir Tanrı gibi nasıl yönettiğimi merak ettiğinizi biliyorum. Şimdi size insanlara nasıl davranmanız gerektiğini öğreteceğim.’
Ardından canlı bir tavuk isteyip tüylerini yolmaya başladı. Tavuğun bütün tüylerini yolan Stalin, ‘Şimdi izleyin’ diyerek tavuğu yere bıraktı. Güneşte derisi yanan, gölgede üşüyen tavuk nereye gideceğini bilmeden Stalin’in çizmelerinin yanında durdu. Tavuğa bir parça yem vererek peşinden gelmesini sağlayan Stalin, ‘İşte halkı yönetmenin yolu budur’ dedi.
Bu hikaye bana yaşadığımız günleri anlatır gibi gelmiştir. Yıllar içinde bizim tüylerimiz yavaş yavaş hep yolunmadı mı? Biz bunları söylerken hep tavuk gibi başımız gaga darbeleriyle kanatılmadı mı? Bizler kömür, makarna dediğimizde linç edilmedik mi? Bal gibi yıllarca tüylerimiz yolundu, bizi yere bıraktılar ve dış güçler, yabancı lobiler, din düşmanları naraları eşliğinde herkes yine tüylerini yolanların etrafında toplandı. Ancak önlerine atılan arpa, darı ve buğday ambarları artık boşaldı. Daha doğrusu bazı kişilerce boşaltıldı ve hatta hala boşaltılıyor. Peki üstünde tüy kalmayan önüne arpa konmayan tavuk şimdi ne yapacak?
“Halkı, yaşayan bir Tanrı gibi nasıl yönettiğini” zanneden Stalin ve o dev SSCB ne oldu?
Ne Stalin kaldı, ne de takipçileri.
Halk yolunduğuyla, ambarlar boşaldığıyla kaldı.
Biz de hikayesini anlatır olduk anlayana.