Dün anayasa değişmeden önce neler değişmeli diye başlamıştık bu yazılara, dün iç tüzük konusunu ele aldık, bugün vekilleri alalım mı? Ne dersiniz?.
“Halk çalışır, vekil uyur. Üstelik keyfi de yerindedir.”
Türkiye’de milletvekili olmak, kamu hizmeti değil ayrıcalık koleksiyonculuğu haline geldi. Görev süresi boyunca edindiği imtiyazlarla, bir daha sade vatandaşlık zeminine dönmesine gerek kalmıyor. Herkes geçim derdindeyken, vekil konfor alanını genişletmekle meşgul.
Öncelikle şu soruyu soralım: Bir milletvekili haftada kaç gün işe gider? Daha doğrusu gider mi? Meclis TV’yi açmadıysanız cevap vermeniz zor. Çünkü Genel Kurul, ancak kameralar açıldığında doluyor. Onun dışında salonlar boş. Komisyonlar deseniz, oraya gelen giden de genelde belli isimler. Geri kalan, Ankara’nın kafe ve lobi trafiğinde kaybolmuş durumda.
Peki halk ne yapıyor o sırada? Sabah 5’te randevu alabilmek için Sağlık Bakanlığı’nın MHRS sistemine giriyor. 8 saat çalışıyor, üç kuruş maaşla temel gıda ürünlerini hesaplıyor. Kredili hayat yaşayıp, sonu gelmeyen enflasyonla mücadele ediyor.
Ama vekil öyle mi?
Maaşı üç asgari ücretin üzerinde. Özel sağlık sigortası var. Uçaklara ücretsiz biner. Diplomat pasaport taşır. Vekilliği bittiğinde emekli olur, yine ballı bir hayat sürer. O kadar ki, vekil maaşı dört ayda bir zamlanır; vatandaşın maaşı ise yılda dört kez enflasyonla erir.
Bir milletvekilliğiyle ömür boyu “ayrıcalıklı sınıf”a terfi
Sistemin adaletsizliği burada başlıyor: Bir kişi dört yıl vekillik yapınca, hayatı boyunca kamu kaynaklı avantajlara sahip oluyor. Emekli olsa da danışman olur, olmadı ekran yorumcusu, o da olmadı holding yönetim kurulu üyesi… Yani sistem onun peşini bırakmaz. Çünkü asıl mesele liyakat değil, sistemin içine bir kez girmiş olmaktır.
Bu insanlar seçimle geliyor, ama halkla bağı çoktan kopmuş durumda. Çünkü seçimleri artık halk yapmıyor. Adayı halk belirlemiyor, genel başkan listeliyor. Listede varsa seçiliyor. Yani seçmen sadece onay makamı. Oyun kurucu değil. Demokrasi, sadece kâğıt üstünde.
“Temsil” değil, “temas” bile yok
Gerçek şu ki, Türkiye’de milletvekilleri artık milleti temsil etmiyor. Onlarla temas dahi kurmuyorlar. Seçimden sonra halkı hatırlayan vekil sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çünkü asıl hesap halkla değil, yukarıyla. Partiye sadakat, halka yakınlıktan önce geliyor.
Bir asgari ücretlinin yıllık kazancı yaklaşık 200 bin TL civarındayken, bir milletvekili yılda 1 milyon liraya yakın maaş alıyor. Üstelik, bunun yanında birçok yan hakla birlikte. Meclis’te yemek 30 TL. Özel hastane kapıları açık. Seyahat ücretsiz. Ama vatandaş pasaport çıkarırken banka hesabında 10 bin TL göstermeye çalışıyor. Gösteremiyor. Çünkü zaten milletvekili değil.
Vekil gider ama sistem kalır
En büyük sorunlardan biri de bu: Kötü vekil gider, yerine aynı profilde bir başkası gelir. Sistem değişmez. Çünkü problem kişide değil, sistemin doğasında. Milletvekilliği bir süreliğine hizmet etmek değil; bir grubun içine girip sonsuza kadar orada kalmak gibi işliyor.
Bazıları seçimde kaybeder ama halkın arasına dönmez. Çünkü halkın arasında dolaşmak, onların sorunlarına gerçekten temas etmek yürek ister. Sıraya girmeyi bilmek ister. Eczanede ilaç kuyruğuna girmeyi, kredi kartı borcunu dengelemeyi gerektirir.
Oysa onlar sıra beklemiyor. Çünkü sıraya girmeleri gereken yerde özel geçişleri var. Onlar hastanede beklemiyor, çünkü doktoru telefonla arayabiliyor. Onlar dolmuşa binmiyor, çünkü arka koltukta makam aracı bekliyor.
Sonuç: Siyasi aristokrasi
Türkiye’de halkın vekili olması gereken insanlar, halktan kopmuş birer siyasal aristokrata dönüşmüş durumda. Ne sokakta ne pazarda görürsünüz. Onların halkla bağ kurduğu tek yer, seçim kampanyasındaki fotoğraf kareleridir. Onlar hâlâ “milletin vekili” gibi davranıyor ama çoktan “milletin velisi” olmuş durumdalar. Vesayet, yeni biçimiyle karşımızda duruyor.
Ve evet, vekil rahat uyuyor.
Çünkü biz hâlâ onu uyandırmıyoruz.
Çünkü sandığa gidip “seçtik” demekle yetiniyoruz.
Çünkü temsil ile sadakati karıştırıyoruz.
Çünkü sistemin parçası olanlara, sistemi sorgulatamıyoruz.