Dört bir yanımız ateş çemberi olmuşken günlük hayatına nasıl devam edebilir insan!
Hiçbir suçu dahi olmayan insanların çevremizde ölmeleri, öldürülmeleri ne kadar da acı… Oysa ölüm emirlerini verenler nasıl da pervasızca ve hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar!
Bazen insanlığımdan utandığım oluyor doğrusu. Dünyayı daha yaşanılır, daha güzel, daha uyumlu, daha sağlıklı hâle getirmemiz gerekirken şu olanlara bakın…
Hangi birinden başlayacağımı bilemedim; İçeriden mi, dışarıdan mı?
Ülkemizde hızla artan kadın cinayetlerinden mi; tecavüz skandallarından mı?
Yoksa dışarıda olanlardan mı başlamalıydım? Suriye, Filistin, Lübnan…
Her gün o kadar çok olay oluyor ki dünyanın dört bir yanında…
İnsanlık öldükten sonra hiçbir şeyin önemi kalmıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Aklım almıyor olanları…
Nasıl oluyor da masum bir cana kıyabiliyor insanlar!.. Nasıl oluyor da mis kokulu minicik canlara kıyıyorlar,
Bu kadar kolay olmamalı bir cana kıymak!..
Nereden nereye geldik. Karıncayı incitmeyen bir peygamberin ümmetiyken elimizden silahlar düşmez oldu.
Din ve vicdan özümsemesini ve muhasebesini yapamayan 21. Yüzyıl insanları olarak düştüğümüz duruma bakın! Hayatlar sönerken, çocuklar annesiz, babasız kalırken, gencecik hayaller yitip giderken tüm bu olanlara seyirci kalmak acıtıyor insanın canını.
Giden baba, anne, evlat geri geliyor mu? Bir daha sarılabiliyorlar mı birbirlerine?
Peki ya kalanlar?.. Acıları diniyor mu? Bedenlerinde ve ruhlarında açılan yaralar kapanabiliyor mu? Kısacası dünyada yaşanan hiçbir olayı kimsenin unutması mümkün değil. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Nitekim o ateş bizi de yakıyor, eritiyor, mahvediyor…
Şüphesiz hepimizin ortak dileği dünyanın yaşanılabilir bir yer olmasıdır; ancak şu aralar bu, temenniden öteye geçemiyor.
Her şeye rağmen “Bu kolay değil.” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak:
“Yaşamda umutsuz durumlar yoktur, sadece umutsuzluk besleyen insanlar vardır.” (Clare Boothe Luce)