Hikaye çok güzel ama asıl dikkat çekmek istediğim buradan çıkarılacak ders… Mutlaka bilirsiniz, bir gün kanadı kırık bir kuş Hz. Süleyman’a giderek, bir dervişten şikayetçi olur. Dervişi huzura çağırıp, iki tarafı da ayrı ayrı dinleyen Hz. Süleyman, kısas gereği dervişin kolunun kırılmasına hükmedince, şikayetçi kuş atılır, itiraz eder: “Efendim ben derviş olmuş birinden bana zarar gelmez, bunlar Allah’tan korkarlar diye düşündüğüm için kaçmadım. Geldi kanadımı kırdı. Avcı olsa kaçardım. Ceza olsun diye dervişin kolunu kırarsanız, yarın iyileşince yine aynı şeyi yapar. Siz en iyisi mi bunun üzerindeki derviş hırkasını çıkartın ki, benim gibi kuşlar bundan sonra aldanmasın!”
Üzerine söyleyecek söz mü kaldı diye düşünüyorsunuz ama… Var tabii ki, var…
Türkiye kaç gündür, Tarım ve Orman Bakanlığı’nca adeta namlunun ucuna konan köfteci Yusuf’un başına gelen işi konuşuyor. Hem ogaste’de Yüksel Baysal ve hem de sözbursa’da İbrahim Öge detaylarıyla işledi bu konuyu, her iki yazıyı da okumanızı öneririm. Benim dikkati çekeceğim konu başka… Tarım ve Orman Bakanlığı rutin bir gıda denetiminden “dört başı mağdur” bir işletme çıkarmayı başardı. Köfteci Yusuf birçok bakımdan mağdur ama bunlar arasında en önemlisi 1000’de 1’lik oranın, çok kuvvetle muhtemel bulaş kaynaklı bir durum olduğunu gösteriyor olması… Bakanlık durumu iyice netleştirmek yerine, telaş havasında Köfteci Yusuf’un adını tağşiş listelerinde ilan edip adeta ipini çekivermeye çalıştı…
Peki sonuç…
Millet Bakanlığa inanmadı… Sonuç bu.. Daha ne olsun?
Bakanlık açıklamasının üzerine sosyal medyada kampanya üzerine kampanya açıldı. Halk Köfteci Yusuf’a değil, Bakanlığa ayar verdi. Bu olayın kaybedeni Tarım ve Orman Bakanlığı oldu. Çünkü bakanlığın teknik analizi, sunduğu gerekçeler milleti ikna etmedi. “Biz bu işi yapamıyoruz, elimize yüzümüze bulaştırdık, yapabilecek olanlar gelsin, millete hizmet etsin” deyip koltuğu boşaltan oldu mu derseniz, ne gezer!
Devletin düşürüldüğü duruma bakın…
Ama bu sonuç tek bir olayla ilgili değil, emin olun!
Lafı hiç uzatmayalım, neyin ne olduğunu artık herkes biliyor.
Kısacası TÜİK diyorum, AYM diyorum, MEB diyorum! TSK diyorum ki içiniz yansın!
AK Parti iktidarı ve Saray tarafından enflasyon hesabıyla TÜİK’in getirildiği nokta, koskoca “devlet” mitini yok etti, gören yok!
Oysa asgari ücretlinin, emeklinin, memurun ahı, kim olsa üzer şahı…
Piyasanın, çarşının, pazarın durumu ortada… Millet enayi mi? Algı için, düşük zam vermek için TÜİK’e yalan rakam açıklatırsan, olan devlete olan güvene olur…
Peki, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek yargı yeri Anayasa Mahkemesi (AYM) tarafından verilen kararlar, ilk derece mahkemelerinde yok saydırılarak nereye varılacaktı!
Mevcut Anayasa’ya uyulmuyorken, “yeni Anayasa” hangi vatandaşta heyecan uyandıracaktı! Üstelik perde arkasındaki nedenin yeni Anayasa değil, (bana-yasa) arayışı olduğunu, bir kere daha seçilme hakkı yani “koltuk sevdası”ndan başka bir şey ifade etmediğini düşünenlerin sayısı katlanarak artarken!
Partimizin arka bahçesi olsun, oy devşirsin düşüncesiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okulları, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren korunmaya çalışılan cemaatlere-tarikatlara teslim etmenin bir faturası olmayacak mıydı! Yani adını STK diye ifade edince, bu karanlık yapılar cemaat-tarikat olmaktan çıkıp başka bir hüviyete mi bürünüyorlar? Neredeyse bütün okulları zorla imam hatipe çevirmenin ne faydası olacaktı? Diğer okul türlerinde ortaokul kademesi kaldırılırken, imam hatip ortaokullarını tutma cinliğiyle mi varacaktı bunlar menzile? Sahi AK Partili kaymak tabakanın çocuklarının yüzde kaçı imam-hatip okullarına gidiyor? Gitmiyorsa neden gitmiyor veya daha doğru bir cümleyle sorarsak, “AK Partili kaymak tabaka neden çocuklarını imam-hatiplere göndermiyor?”
Peki, topluma zorla dayatılan imam-hatiplerin “deist” yetiştirdiği sonucunun çıktığı anket çok mu şaşırtıcıydı sizce?
Bu iktidarın el attığı birçok konuda algı operasyonu var, acayip samimiyetsizlik var.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı girişilen kumpası unutmamalı elbette. Bu iktidarın besleyip semirttiği cemaat, kozmik odaya kadar daldı, vatandaşın ona bile sesi çıkmadı.
Çünkü o zamanlar, 2000’lerin başından itibaren, doğru-yanlış ne yapılırsa yapılsın, AK Parti‘ye yani “Adalet ve Kalkınma Partisi”ne yarardı…
Şimdi o dönem aşıldı. Üst üste o kadar hata yapıldı ve bagaj o kadar doldu ki, bugün AK Parti “Ağzıyla Kuş Tutsa Yaranamayacak Parti” pozisyonuna geldi.
Neden biliyor musunuz?
20 küsur yıldır her şeyin ayarıyla oynadılar, baktılar ana muhalefetin cılız itirazları dışında kimseden ses çıkmıyor, destursuz davrandılar…
Bardağın dolup taşacağı an, meğer TÜİK imiş.
TÜİK’e dokunmayacaklardı!